Eskiden öyleydi…
Evde kibritin kalmasa komşudan istersin, “bir tutam tuz var mı?” dersin, "şeker bitti, iki kaşık verir misin?" derdin. Ne ayıp olurdu, ne de yüz buruşturan olurdu. Hatta komşu da “bitmişti iyi oldu, ben de senden isteyecektim” derdi.
Peki şimdi?
Evde eksik bir şey olsa markete koşuyoruz. Aslında iki adım ötede komşunun kapısı var ama sanki aramızda görünmez duvarlar örülmüş. Kimse kimseyi rahatsız etmek istemiyor sözde. Ama işin aslı, kimse kimseyle uğraşmak istemiyor…
Eskiden sabah camdan bakınca herkes birbirine “günaydın” derdi. Komşunun hastası mı var, herkes duyar, herkes bir çorba yapar götürürdü. Şimdi apartmanda biri vefat etse haberimiz 3 gün sonra oluyor.
Bir de çocukluğum geliyor aklıma. Sokakta top oynarken lastik ayakkabıyı yırtardık, komşu teyze “gel oğlum, benim oğlandan kalanı giy” derdi. Annelerimiz yoksa bizi o yedirirdi. Şimdi aynı sokakta yıllardır oturduğumuz insanlara selam versek, “bir şey mi istiyor acaba?” diye kuşkuyla bakılıyor.
Halbuki komşuluk sadece yan yana oturmak değil. Komşuluk, ihtiyacın olduğunda kapısını çalabilmek, çaya çağırabilmek, çocuğunu emanet edebilmek… Komşuluk, evin duvarından önce gönül kapısını açık tutmak.
Şimdi soruyorum...
Komşu komşunun külüne hâlâ muhtaç mı?
Bence muhtacız. Hem de her zamankinden daha fazla. Çünkü dünya döndükçe, teknoloji arttıkça insanlar yalnızlaşıyor. Yalnızlaştıkça bir tebessüme, bir merhabaya, bir tabak yemeğe daha çok ihtiyaç duyuyor.
Belki her şey bir “selam”la başlar.
Belki kapıyı çalıp “çaya beklerim” demekle.
Unutma... Bugün senin külün biter, yarın komşunun kibriti…

Yorumlar
Yorum Gönder